BİZ ÖLÜMÜ ÇOKTAN GÖZE ALDIKTA YANIMIZDA KİMLERİ GÖTÜRECEZ ONU DÜŞÜNÜYORUZ
  senırkent'm
 

 


Havanın serinliği tenini ürpertmesin,bedenim yanında olmasa bile,ruhum hep senin yanında...



 
 

GÜLLER DİYARI CANIM MEMLEKETİM SENİRKENTİM



SENİRKENT TARİHİ

İlçemiz  1370 yılında Oğuz soyundan olan Kayıhan  Kabilesine ait  Türk aşiretlerinin bölgeye yerleşmesi ile kurulmuştur.Kıraç ve sınır anlamına gelen senir sözcüğü ile şehir anlamına gelen kent sözcüğünün birleşmesi sonucu SENİRKENT ismini almıştır.Başlangıçta küçük bir köyken 1870 yılında Uluborlu İlçesine bağlı bir nahiye konumuna gelmiştir. 16 HAZİRAN 1952 yılında da 5959 Sayılı Kanunla müstakil ilçe olmuştur.
 
COĞRAFİ KONUMU
İlçe,  batısında Uluborlu, doğusunda Yalvaç, güneyinde Atabey ve kuzeyinde   Afyon ili Şuhut ilçesi ile  komşudur.Yüzölçümü 600 km2  olup, rakım 1010 m.dir.
NÜFUS DURUMU
21 OCAK 2008 TARİHİNDE TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMUNCA AÇIKLANAN ADRESE DAYALI NUFÜS KAYIT SİSTEMİNE GÖRE NUFUS SAYISI
 
İLÇE MERKEZİ
5.666
BÜYÜKKABACA KASABASI
3.865
YASSIÖREN KASABASI
652
ULUĞBEY KASABASI
862
AKKEÇİLİ KÖYÜ
247
BAŞKÖY
53
GENÇALİ KÖYÜ
793
GARİP KÖYÜ
613
ORTAYAZI KÖYÜ
337
KABASA NÜFUSU TOPLAM
5.379
KÖY NÜFUSU
2.043
TOPLAM NÜFUS
13.088

SAĞLIK:
İlçemiz Devlet Hastanesi 1954 yılında 150 yataklı olarak hizmete açılmıştır.1992 yılında hastanenin bir bölümünün yeni açılan Sağlık Meslek Lisesine tahsis edilmesi nedeniyle yatak kapasitesi 50’ye ve bilahare de 25 yataklıya düşmüştür. Uzman doktor olarak Aile Hekimi bulunmaktadır. Ayrıca haftanın belirli günleri Üroloji, Göğüs Hastalıkları ve Dahiliye uzmanları hizmet vermektedir.

SENİRKENT ADININ OLUŞUMU

Senir kelimesinin anlamı Eski Türk dilinde (Göktürkçe`de) Dağ Yamacı, Dağın Eteği anlamına gelmektedir. Türk dünyası coğrafyasında sonu kent ismiyle biten batı Türk dünyasının son yerleşim yeridir. (Yarkent,Taşkent....Senirkent) 

BAGLANTILAR

1. Resmi Kurumlar:
1.1. Belediye: http://www.senirkent.bel.tr/
1.2. Kaymakamlik: http://www.senirkent.gov.tr/
1.3. MYO: http://www.senirkentmyo.net/

2. Medya & Haberler:
2.1. Senirkent Yukselis Vakfi Gazetesi:
http://www.senirkentyukselis.com/
2.2. Senirkent Gazetesi (Fatih Tola): Internet ortaminda bulunmamaktadir.
2.3.
http://www.gulses.com/k/senirkent-haber
2.4. http://www.haberler.com/senirkent/

3. Senirkent Hakkinda Genel Bilgi:
3.1.
http://www.senirkent.gov.tr/default_B0.aspx?content=89
3.2. http://tr.wikipedia.org/wiki/Senirkent,_Isparta

4. Facebook'taki diger belli basli Isparta ve Senirkent gruplari
4.1. Facebook Isparta:
http://www.facebook.com/group.php?gid=5423224476
4.2. Senirkent Sevdalilari: http://www.facebook.com/group.php?sid=0&gid=34697665528
4.3. Sengent: http://www.facebook.com/group.php?sid=0&gid=5862929674
4.4. Senirkent:
http://www.facebook.com/group.php?sid=0&gid=26335626113
4.5. Senirkent MYO: http://www.facebook.com/group.php?sid=0&gid=5636498247
4.6. Senirkent Genclik:
http://www.facebook.com/group.php?sid=0&gid=109418610133
4.7. Senirkent FM:
http://www.facebook.com/group.php?sid=0&gid=60367706578
4.8. Senirkent Banak Sevenler: http://www.facebook.com/group.php?sid=0&gid=53534036076
4.9. anti-senirkent grubuna kıl olanlar: http://www.facebook.com/group.php?gid=35469282872
4.10 sengetliler: http://www.facebook.com/group.php?gid=27463508732

Hayale kapılmayın
Acele etmeyin
Yavaş hareket edin
Araştırıcı olun
Telaşa kapılmayın
Temel esasları hazırlayın
Asla vazgeçmeyin

Kesin kararlar verin
Ateş yakmaya çalışın
Lütuflara aldanmayın
Islak bulunmayın
Nerede olduğunuzu hatırlayın

 


1-HAYDAR PAŞA

DOĞUM TARİHİ:1512
ÖLÜM TARİHİ: 18 AĞUSTOS 1595
DOĞUM YERİ: ISPARTA GELENDOST

2-ALİ PAŞA

DOĞUM TARİHİ: BİLİNMİYOR
ÖLÜM TARİHİ: 3NİSAN 1624
DOĞUM YERİ: ISPARTA EĞİRDİR

3-HALİL HAMID PAŞA

DOĞUM TARİHİ: 1736
ÖLÜM TARİHİ: 17 MAYIS 1785
DOĞUM YERİ: ISPARTA

4-ALİ PAŞA

DOĞUM TARİHİ: 1756
ÖLÜM TARİHİ: 1826
DOĞUM YERİ: ISPARTA ULUBORLU

5-HÜSEYİN AVNİ PAŞA

DOĞUM TARİHİ: 1820
ÖLÜM TARİHİ: 16 HAZİRAN 1875
DOĞUM YERİ: ISPARTA GELENDOST

6-SÜLEYMAN DEMİREL

DOĞUM TARİHİ: 1924
ÖLÜM TARİHİ: ---------------------
DOĞUM YERİ: ISPARTA İSLAMKÖY




 

Gül bahçesi mutlaka okuyun!!!

 

GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER



Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden
büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle,
pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik
yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler
değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta
çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk
önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini
kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu
bir cilde sahipti. "Badem" dediği gözleri ise şaşıydı.
Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki, annesi
onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete
dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne
bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen
düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı
konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü
ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven
annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye
karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu
söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları
bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla
baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu.
Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını
söyleyerek kızı ameliyat ettiler.

Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten
korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye
yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında,
müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.

Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki
bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan
burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve
yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:
"Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir
çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"
Yaşlı doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!."
diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri
taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini!."

 

Affet Babacigim..


Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.

Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.

Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.

Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.

Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.

Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.

 

Acele Karar Vermeyin

 
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

 















 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol