Havanın serinliği tenini ürpertmesin,bedenim yanında olmasa bile,ruhum hep senin yanında...
GÜLLER DİYARI CANIM MEMLEKETİM SENİRKENTİM
SENİRKENT TARİHİ
İlçemiz 1370 yılında Oğuz soyundan olan Kayıhan Kabilesine ait Türk aşiretlerinin bölgeye yerleşmesi ile kurulmuştur.Kıraç ve sınır anlamına gelen senir sözcüğü ile şehir anlamına gelen kent sözcüğünün birleşmesi sonucu SENİRKENT ismini almıştır.Başlangıçta küçük bir köyken 1870 yılında Uluborlu İlçesine bağlı bir nahiye konumuna gelmiştir. 16 HAZİRAN 1952 yılında da 5959 Sayılı Kanunla müstakil ilçe olmuştur. COĞRAFİ KONUMU
İlçe, batısında Uluborlu, doğusunda Yalvaç, güneyinde Atabey ve kuzeyinde Afyon ili Şuhut ilçesi ile komşudur.Yüzölçümü 600 km2 olup, rakım 1010 m.dir.
NÜFUS DURUMU
21 OCAK 2008 TARİHİNDE TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMUNCA AÇIKLANAN ADRESE DAYALI NUFÜS KAYIT SİSTEMİNE GÖRE NUFUS SAYISI
İLÇE MERKEZİ
5.666
BÜYÜKKABACA KASABASI
3.865
YASSIÖREN KASABASI
652
ULUĞBEY KASABASI
862
AKKEÇİLİ KÖYÜ
247
BAŞKÖY
53
GENÇALİ KÖYÜ
793
GARİP KÖYÜ
613
ORTAYAZI KÖYÜ
337
KABASA NÜFUSU TOPLAM
5.379
KÖY NÜFUSU
2.043
TOPLAM NÜFUS
13.088
SAĞLIK:
İlçemiz Devlet Hastanesi 1954 yılında 150 yataklı olarak hizmete açılmıştır.1992 yılında hastanenin bir bölümünün yeni açılan Sağlık Meslek Lisesine tahsis edilmesi nedeniyle yatak kapasitesi 50’ye ve bilahare de 25 yataklıya düşmüştür. Uzman doktor olarak Aile Hekimi bulunmaktadır. Ayrıca haftanın belirli günleri Üroloji, Göğüs Hastalıkları ve Dahiliye uzmanları hizmet vermektedir.
SENİRKENT ADININ OLUŞUMU
Senir kelimesinin anlamı Eski Türk dilinde (Göktürkçe`de) Dağ Yamacı, Dağın Eteği anlamına gelmektedir. Türk dünyası coğrafyasında sonu kent ismiyle biten batı Türk dünyasının son yerleşim yeridir. (Yarkent,Taşkent....Senirkent)
Delikanli yillar sonra dogdugu kasabaya döner.Sabah uyandiginda aklina yillar önce evlenmek istedigi,kasabanin güzel kizi gelir.Kizin güzelligi cevre kasaba ve sehirlerde bile dillerdedir ve kimler istediyse kiz bir türlü olumlu yanit vermemistir.Otelden cikar ve gördügü yasli adama kizi sorar.Yasli adam az ilerde güzel bahce icinde bir ev gösterir, kizin orada oturdugunu söyler.Delikanli merak eder,kizin nasil biriyle evlendigini.Bir kösede beklemeye baslar,bir müddet sonra yaslica kel pek te hos görünmeyen bir adami yolcu eder kiz kapidan...Üstelik zengin bir adam da degildir....
Adam gittikten sonra delikanli calar kapiyi,kendini tanitir.Sorar niye bu adamla evlendigini kiza...
Kiz söylerim der ama bir kosulla....
Evin arkasinda büyük bir gül bahcesine götürür delikanliyi ve der ki:
Bu bahcenin en güzel gülünü bana getirirsen söyleyecegim sana niye bu adamla evlendigimi...Ama asla geri yürümek yok bahcede,arkana bakmak yok en güzel gülü istiyorum sadece...
Memnuniyetle der delikanli ve girer bahceye....
Cok güzel sari bir gül durmaktadir karsisinda tam elini güle uzatmisken pembe bir gonca görür az ötede,ilerler...
Ona uzanirken kadife kirmizi bir gül ilisir gözüne ilerde...
Derken.....Birde bakar bahcenin sonuna gelmis...
Kiza verdigi söz gelir aklina..Geri dönmek yok...
Ne yapsin..Mecburen buldugu alelade,hatta solmaya yüz tutmus bir gülü mahcup bir sekilde götürür kiza....
Kiz gülümser gülü görünce..
''Bilmem aldin mi cevabini''der delikanliya.....
Hayat bu bahcede yürümeye benzer....
GÖRMESİNİ BİLEN GÖZLER
Küçük kız, kendini bildiği günden beri annesinden
büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle,
pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı.
Ona göre; nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik
yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler
değişti. Arkadaşları onun hiç de güzel olmadığını, hatta
çirkin bile sayıldığını söylemekteydi. Küçük kız, ilk
önceleri onlara inanmadı çünkü herkes birbirini
kıskanıyordu. Ama bir kaç yılda gerçeklerle yüzleşti.
Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu
bir cilde sahipti. "Badem" dediği gözleri ise şaşıydı.
Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki, annesi
onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.
Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete
dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne
bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen
düzelmiyordu. Genç kız, doktorların gizlice yaptığı
konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü
ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven
annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye
karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu
söyleyerek ondan önce davrandı ve kazandığı paraları
bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.
Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla
baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu.
Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.
Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını
söyleyerek kızı ameliyat ettiler.
Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten
korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye
yük olmazdı. Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında,
müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı.
Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki
bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan
burnu düzelmis, kepçe kulakları normale dönmüş ve
yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.
Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:
"Sanki yeniden dünyaya geldim!" dedi. "Yüzümde hiçbir
çirkinlik kalmamış, estetik ameliyatı siz mi yaptınız?"
Yaşlı doktor: "Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!."
diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri
taktık. Sen, onun gözünden gördün kendini!."
Affet Babacigim..
Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak,böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can, "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can, sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi.Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı.Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.
Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.
Can: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.
Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu..."Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.
Acele Karar Vermeyin
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki
bir
çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor
ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük
bir
dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk
vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği
kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı,
dizinin
alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir
müddet
öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan
dışarı fırlayıp:
- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki
modeller bir hârika!"
Çocuk, ona dönerek:
- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir
bacağım
doğuştan eksik".
- "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam
insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı
veya
vicdanı."
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi."
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"
- "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama
ayaklar
yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ
sakat
insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar,
hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:
- "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!"
- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam, "Bu
durumda
20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."
Çocuk biraz düşünüp:
- "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"
- "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan
bir
çocuğa satarım."
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.
- "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."
- "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri
kalır
5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir,
sattım gitti!"
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki
raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde
olanı
çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni
ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun
olurum."
- "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek
üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"
- "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika
eşyalardan
haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para
tutar.
Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi.
Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya.
Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara
göz
gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük
kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde
satsa,
böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu.
Sanki
koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür
edip:
- "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek
yok!
demişti."
Kimi gün ah, kimi gün vah, İşte dünya işte hayat!
Bazen sevab her an günah. İşte dünya işte hayat!
Kimi güler kahkahayla, kimi aşlar yaşı kanla
Kimi öşünür makamla, İşte dünya işte hayat!
Kimi suyu arar bulmaz, kimi içki içer kanmaz
Kimi açlıktan uyumaz. İşte dünya işte hayat!
Kimi barlarda sabahlar, kiminin derti var aşlar
Her birinde ayrı haller. İşte dünya işte hayat!
Kimi küsmüş bir dostuna, kimi girer kurt postuna
Kimi başırır astına. İşte dünya işte hayat!
Kimi yolcu çeker çile, kimi yaşar ilaç ile,
Kimi rezil düştü dile. İşte dünya işte hayat!
Kimi rüşvetin peşinde, kimi hile var işinde,
Kimi zenginlik düşünde. İşte dünya işte hayat!
Kimi işçi kimi memur, kimi boşa harcar ömür!
Kimisi alamaz kömür. İşte dünya işte hayat!
Kimi yıldız kimi güneş, kimi dürüst kimi kalleş,
Kimine düşmandır kardeş. İşte dünya işte hayat!
Kimi sazda kimi barda, kimi eşlenir kumarda,
Kimi dilenir pazarda. İşte dünya işte hayat!
Kimi zengin,kimi fakir, kimisi görülür hakir,
Kimisinde yoktur fikir, İşte dünya işte hayat!
Kimi zevkten olur deli, kimi dertli etmez belli,
Kimi çolak tutmaz eli , İşte dünya işte hayat!
Kimi aşlar babasına, kimi aşlar anasına
Kimi hasret yuvasına. İşte dünya işte hayat!
Kimi evde bekler hasta, kimisi de bekler posta
Kimi zevkte kimi yasta. İşte dünya işte hayat!
Kimi ölüm döşeşinde, kimi yeni beşişinde,
Kimi kapı eşişinde. İşte dünya işte hayat!
Kimi evli kimi bekar, kimi ayrılmaya bakar,
Kimi fesat yuva yıkar. İşte dünya işte hayat!
Kimi dertli kimi borçlu ,kimi mahkum,masum suçlu,
Kimi zayif kimi güçlü. İşte dünya işte hayat!
Kimi kavga kimi huzur, kimisi de cana muzır,
Kimi insan kimi hınzır. İşte dünya işte hayat!
Kimi orda kimi burda, kimisi de hasret yurta,
Kimi sürünür çamurda, İşte dünya işte hayat!
Kimi yaya kimi atlı, kimi acı kimi tatlı,
Hayat denen şey fiyatlı. İşte dünya işte hayat!..
İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür. (Ebu Bekir Ferra)
Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi.(İmam-ı Azam)
İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur. (İbni Haldun)
Herkes herkese bir lokma şey verebilir ama boğaz bağışlamak,ancak
Allah’ın işidir. (Mevlana)
Güzel söz söyleyen, kimseden kötü söz işitmez. (Firdevsi)
Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir.(Mevlana)
Avcı nice al (tuzak, hile) bilirse, ayı da onca yol bilir.(Kaşgarlı Mahmud)
Haksızlık karşısında eğilmeyiniz; çünkü hakkınızlaberaber şerefinizi de
kaybedersiniz. (Hz. Ali r.a)
Güzel konuşmanın sırrı, lüzumsuz sözleri terk etmektir. (Hz. Ebubekir)
Özü doğru olanın, sözü de doğru olur. (Hz. Ali (r.a)
Birliğin kederi, ayrılığın safasından daha hayırlıdır.(Yahya bin Muaz)
Her gecenin bir gündüzü vardır. (Hz. Ali r.a)
Sakladığın sır senin esirindir. Açığa vurursan sen onun esiri olursun. (Hz. Ali r.a)
Bütün kötülüklerin anahtarı, hiddettir. (Cafer bin Muhammed)
Kesilmiş koyuna derisinin yüzülmesi elem vermez. (Hz. Esma)
Güzel ahlak; bağışlayıcılık, sabır ve tahammüldür. (Hasan-ı Basri)
En iyi nasihat; iyi örnek olmaktır. (Malcolm X)
Nefis üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar. (Mevlana)
Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.
İbni Haldun)
İnce sözler keskin kılıca benzer, kalkanın yoksa geri dur. (Mevlana)
Gerçek zengin, bilgisi çok olan insandır. (Hz. Ali r.a)
Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.(Mevlana)
Cevizi kırıp özüne inemeyen, hepsini kabuk zanneder. (İmam Gazali)
Hayat, iman ve cihaddır. (Hz. Hüseyin (r.a)
Haksızlığa baş kaldırmayanlar, onlardan gelecek her kötülüğe
katlanmalıdırlar. (Hz. Ali r.a)
Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin adı, ölümünden sonra anılmaz
. (Şeyh Sadi)
Hiç kimse, diğer bir kimsenin kulu değildir. (Hz. Ali r.a)
Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür.
(İmam Gazali)
Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor. (Abdulhamid Han)
En büyük felaketler içinde bile ümidini kaybetme, unutma ki ilik,
sert kemiğin içinden çıkar. (Hafız Şirazi)
Cahillerin kalbi dudaklarında, alimlerin dudakları kalplerindedir.
(Hz. Ali r.a)
Her kalbin çarpıntısı kendi ecelinin ayak sesleridir. (Beyazidi Bestami)
Mal cimrilerde, silah korkaklarda, karar da zayıflarda
olursa işler bozulur. (Hz. Ebubekir r.a)
Gecenin ne kadar uzun olduğunu ancak hastalar bilir. (Sadi)
Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.
(Hacı Bayram-ı Veli)
Zalimler için yaşasın cehennem. (Bediüzzaman Said Nursi)
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatındanlezzet alır.
(Bediüzzaman Said Nursi)
Tatlı suyun başı, kalabalık olur. (Mevlana)
Kurdun elinden çobanlık gelmez. (Sadi)
Eğri ok, doğru yol almaz. (Hz. Ali (r.a))
Hiçbir acı, cehaletten daha fazla zahmet verici değildir. (Hz. Ali r.a)
İnsanı maskara eden, dilidir. (Sadi)
Ham düşünceleri, ancak akıl pişirir. (Firdevsi)
Fırsatlar da bulutlar gibi çabucak geçer gider. (Hz. Ebubekir r.a)
Hasedciye rahat, kötü huyluyu da şeref yoktur. (Ahnef bin Kays)
Çocuklarınızı kuzu gibi büyütmeyiniz ki, ileride kuzu gibi güdülmesinler.
(Şeyh Sadi Sirazi)
Hükümetlerin en kötüsü, suçsuzu korkutandır. (Beydeba)
Hükümdar köylünün yumurtasını alırsa, adamları bütün tavukları alır.
(Sadi)
Bin zulme uğrasan da, bir zulüm yapma. (Hz. Ali r.a)
Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.
(Mevlana)
YABANCILARIN DİLİNDEN RESULULLAH (S.A.V)
'İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer
bütün sözler, onunkarşısında boş sözlerdir.’ Thomas Carlyle
O’nun her sözü bir vecizedir.’Prof.Dr.H. Mones
O’nun davasında heyecanı asildi.’Jane Pelo
O Allah tarafından gönderilmiş bir hak peygamberdir.’Aleksi Lovazon
Ey şanlı arap!Aşk olsun sana....Adaletin ta kendisini bulmuşsun.’
G’la Faytt
14 asır geçmesine rağmen Hz. Muhammed bu zamanın tek rehberi,tek
hidayet resulüdür.’Raymons Leronge
Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’Sosyolog V.D.Eratsen
Bütün zamanların en büyük lideri Muhammed idi.’
Prof.Jules Masserman
Muhammed tarihte dini ve dünyevi açılandan enüstün başarıya ulaşmış
tek kişidir.’Prof.Dr. Michael Hart
Muhammed, hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır. Tolstoy
Hz. Muhammed’i sevmeyenler onu yeterince tanımayanlardır.Gibson
Büyük İslâm Peygamberi yüce yaratıcının katına çıkıp onunla buluşmuştur.
Ben Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum. Dostyoyevski
Büyük liderlerin hayat ve karakterleri ile yapılan eleştiriler İslâm
Peygamberi için yapılamaz B. SMİTH
Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed.
Kur’an Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş
bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.
Prens Bismark
Hiç kimse Muhammed’in kurallarından daha ileri bir adım atamaz. Biz
Avrupa Milletleri medeni imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son
basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe
yok ki bu yarışmada kimse onu geçemeyecektir. Geothe
Hz.Muhammed insan olması itibari ile bütün insanlık onunla övünür.
Biz Avrupa’lılar 2000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek
en mesut ve en bahtiyar nesiller oluruz.Shebol
Ben bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme
göre onu insanlığın kurtarıcısıolarak tanımamız lâzımdır.Bernard Shaw
İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha
büyük bir insan bulunur mu?Lamartine
Herkesin itiraf etmekten çekindiği şeyi ben haykırıyorum. Hz. Muhammed
hiç kimse ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir devrimcidir. Knematirul